İçeriğe geç

Alışveriş sepeti

Sepetiniz boş

Makale: Bağırsaktaki Beyin: Mikrobiyota

Bağırsaktaki Beyin: Mikrobiyota
Bağırsak

Bağırsaktaki Beyin: Mikrobiyota

Mikrobiyota vücudumuzun iç ekosistemidir. Doç. Dr. Emel Uzunoğlu ile mikrobiyotanın kronik hastalıklar, metabolizma, psikoloji ve bağışıklık sistemi gibi yaşamsal işleyişlerin kalitesini nasıl belirlediğini konuştuk.

Mikrobiyota bozukluğu ve diyabet ilişkisinde birine neden, birine sonuç diyebilir miyiz?

Mikrobiyotamız enerji dengemizin sağlanmasında çok önemli bir rol oynar. Mikrobiyota kompozisyonunun bozulmasına, çürütücü bakterilerin dominant hale geçmesine biz disbiyozis diyoruz. Disbiyozis kronik bazı hastalıkların gelişiminde ve ağırlaşmasında rol oynar. Bugüne kadar yapılan çalışmalar mikrobiyotamızda yaşadığımız bu değişikliklerin diyabete yol açtığını henüz kesin olarak göstermedi. Klasik tıp kitapları da hala diyabet için genetik ve çevresel faktörlerin özellikle de yüksek yağlı ve yüksek enerjili diyetlerin birlikte rol oynadığı, multifaktöriyel bir hastalık olarak bahseder. Elbette ki genetik mirasımızın önemi yadsınamaz ancak pek çok klinik durumda da son sözü genlerimiz söylemiyor. Tip 1 diyabette görülen insulin yetersizliğinin gelişiminden çok önce, Tip 2 diyabet için ise kilo alımı ile birlikte henüz Tip 2 diyabet gelişmeden bağırsakta disbiyozisin başladığını bugün artık çok net şekilde biliyoruz. Yapılan tüm çalışmaların sonuçları bu yönde. Ancak hala genetik potansiyelimiz mi disbiyozise neden oluyor, yoksa disbiyozis mi genlemizin aktifleşmesine neden oluyor net değil.

Daha az çeşitli mikrobiyota, daha yüksek oranda diyabet riski anlamına gelir mi?

Çeşitlilikten bahsederken, o çeşitliliği oluşturan mikroorganizma türleri de çok önemlidir ancak genel olarak daha az çeşitli mikrobiyota pek çok hastalığa yatkın olduğumuz anlamına gelir, bunlara diyabet de dahil. Mikrobiyal çeşitlilik bir sağlık göstergesidir.

Bağırsak mikrobiyota sağlığının dengelenmesi, gizli şekeri olan birinin diyabet hastası olmasını engelleyebilir mi?

Tıbbın babası Hipokrat yüzyıllar önce ‘‘ Tüm hastalıklar bağırsakta başlar ‘‘ demiş. Biz bu sözün kıymetini malesef yeni yeni anlıyoruz. Vücudumuzda yer alan mikrobiyota; cilt, göz, vajina, ağız içi gibi pek çok lokalizasyonda bulunur ancak en çok mikroorganizma barındıran organımız bağırsaklarımızdır. Bağırsaklarımız sağlığına kavuştuğunda özellikle Tip 2 diyabet gelişimi evet engellenir. Çünkü bağırsak sağlığı dendiğinde tek başına bağırsaklardan bahsetmeyiz aslında. Bağırsak sağlığı ; sağlıklı çalışan bir sindirim sistemi, sinir sitemi, karaciğer ve hormonal denge ile mümkündür. Tüm bu sistemlerin tedavisine ise bağırsak mikrobiyotasının modülasyonu ile başlanır. Çünkü bağırsak mikrobiyotası; enerji dengesinden iştah kontrolüne, stresle baş etme becerimizden uyku düzenimize kadar pek çok noktada etkilidir.

Vagus siniri ile diyabet arasında nasıl bir bağlantı var?

Vagus siniri vücudumuzda yer alan en uzun kraniyal sinirdir.  Beyinden başlar pankreas, mide, karaciğer ve bağırsak gibi hayati organlara dallanır. Merkezi sinir sistemi ile bağırsaklar arasında ki iletişim yoludur. Bu iletişim çift yönlüdür ve bağırsak-beyin aksı olarak adlandırılır. Yaşanan her türlü kronik stres veya duygu durum bozukluğu vagus siniri aracılığıyla bağırsakları etkileyebileceği gibi, mikrobiyotada gelişen disbiyozis de merkezi sinir sistemini etkiler ve anksiyete, depresyon, diyabet gibi klinik durumlara yol açar. 

Bağırsaklarda bulunan enteroendokrin hücreler mikroorganizmalarla iletişime girerek beyinden 500 kat fazla melatonin, ihtiyacımız olan seratoninin %90’nından fazlasını salgılar. Uyku düzensizlikleri ve stresle mücadele etme gücümüzdeki zayıflık maalesef yeme problemlerini de beraberinde getirir. Ayrıca mikrobiyota elemanları tarafından sentezlenen kısa zincirli yağ asitleri aracılığıyla bağırsaklardaki enteroendokrin hücrelerden salınan hormonlar; iştahı, insülin ve glukagon salınımını, kan şekerinin regülasyonunu, direk veya indirek olarak vagus siniri aracılığıyla doygunluğu kontrol ederek obezite ve diyabet gelişimine karşı da korur.

Vagus siniri  parasempatik sinir sisteminin de en önemli üyesidir. Sağlıklı bir sindirim sistemi için sağlıklı bir parasempatik sistem gerekiyor. Vücutta sempatik sistem tehdit anlarında kişinin kendini koruması için var ve gerekli. Ancak sürekli tehdit algılayan bir beden sürekli aktif sempatik sistemin ve yüksek kortizol düzeylerinin etkisinde kalıyor. Bu durum hem sindirim problemlerine yol açıyor hem de kan şekerinin regülasyonunu zorlaştırıyor. Parasempatik sistemde kalmamızı sağlayan nefes egzersizleri ve meditasyon pratiklerinin, kişiye özel olarak seçilecek probiyotiklerin bir alt grubu olan psikobiyotiklerin diyabette kullanımının sinir sistemimizin dengeye getirilmesinde, kortizolün düşürülüp insülin dengemizin sağlamasında ve bağırsak restorasyonun da çok önemli olduğunu düşünüyorum. 

Diyabet ve bağırsak sağlığı bağlamında glutensiz beslenme hakkında neler söyleyebiliriz?

Tip1 diyabet ve Çölyak birlikteliği çok sık rastlanıyor. Vakaların neredeyse yarısında Çölyak için biyobelirteç olan HLA DR4-DQ8 saptanabiliyor. Çölyak vakaları mecburen glutensiz beslenmek zorundalar ve etkinliği kanıtlanmış tek tedavi şekli de malesef hayat boyu uygulanacak olan glutensiz  diyet. Ancak Çölyak ve Diyabetin birlikte görüldüğü bu vakalarda veya sadece Çölyak hastalığı olan vakalarda mikrobiyota incelendiğinde elde edilen sonuçlar hiç de parlak değil. Çünkü glutenden fakir beslenmek durumunda kaldığınızda çok önemli karbonhidrat kaynaklarını diyetten çıkartmış oluyorsunuz. Yerine koyarken tüketilen glutensiz paketli gıdalarda yüksek karbonhidrat ve yağ kullanımı söz konusu. Bu da sağlığı olumsuz etkiliyor. Eğer glutensiz beslenmeden kastımız, glutenli besinlerin yerine alternatif tahılların eklenmesi, lif alımının korunması ise sonuçlar çok yüz güldürücü; çeşitlilik artıyor, vücutta süregelen yangı baskılanıyor.

Prebiyotik ve probiyotikler yüksek kan şekerini düşürebilir mi, diyabet hastaları bunları kullanırken nelere dikkat etmeli?

Probiyotikler yeterli miktarda alındıklarında insan sağlığı için olumlu etkileri olan canlı mikroorganizmalar olarak tanımlanırlar. Diyabetlilerde probiyotik alımı ile açlık kan şekeri, HbA1C düzeyleri, insülin direncinde belirgin düzelme sağlanabiliyor. Ancak bu tedaviyi kişinin kendi başına yapması uygun değil. En ideali yapılacak mikrobiyota testi sonucuna göre, kişi özelinde uygun probiyotiğin seçilmesi ve bir sağlık profesyonelinin kontrolünde kullanılması. Çünkü her probiyotik bakterisi türü farklı tedaviler için kullanılır. Örneğin bazı bakteriler leptin hormonuna yardımcıdır ve iştah kapatır, bazı bakteriler iştahta artışa neden olur. Ayrıca diyabetli kişiler bağışıklık sistemleri kısmen de olsa baskılanmış kişilerdir. Probiyotiklerin beklenmeyen yan etkilerine karşı dikkatli gözlenmeleri gerekir. 

Prebiyotikler ise çok basit bir tanımla, bağırsağımızda ki bakterilerin tükettiği besinleridir.  Literatürde hiç probiyotik kullanılmadan, sadece prebiyotik kullanılarak diyabette başarılı sonuçlar elde edilmiş yayınlar da var ancak probiyotik ve prebiyotiklerin bir arada kullanılması ile sonuçlar daha başarılı oluyor.

Bağırsak mikrobiyotası, obezite veya aşırı zayıflıkta nasıl etkileniyor? 

Öncelikle her iki durumda da hem çeşitlilik azalıyor ve mikrobiyota kompozisyonunu oluşturan bakteriler değişiyor.

Obez bireylerden mikroorganizma barındırmayan normal kilolu germ free farelere fekal mikrobiyota transplantasyonu yapıldığında normal farelerde de obezite geliştiği görülmüş. Obezlerde bağırsak mikrobiyotasının sadece diyet posasından günlük 150 kcal ek enerji elde ettiği saptanmış. 

Obezite nedeni aşırı yağlı ve kalorili bir diyetse, yağ sindirimine yardımcı mikroorganizmalar olan Firmicutes şubesi bakterileri sayıca baskın hale gelirken, zayıflık nedeni çok düşük kalorili diyetler olduğunda metabolizmamızı hızlandıran ‘‘ Akkermansia muciniphila’’ gibi mikroorganizmaların sayısı azalıyor hatta bazen maalesef tamamen kaybediliyor

Kan şekeri yüksek insanlar mikrobiyom testi yaptırarak diyetlerine nasıl yön verebilir?

Mikrobiyom testleri diyetinizde ağırlıklı olarak hangi besinlerle beslendiğinizin, bağırsağınızda bulunan mikroorganizmaların çeşitliliğinin ve sağlığınızı etkileyecek hangi mikroorganizma türlerinin bulunduğunun önemli bir  göstergesidir. Hatta bazı hastalıklar için ise henüz hastalık başlamadan biyobelirteçlerin saptanması için kontrol amaçlı yapılabilecek çok önemli ve özel testlerdir. Diyabette bağırsakta bakteri dengesi sağlıklı bireylerle kıyaslandığında çok farklılaşıyor. Bu da gaz, ishal, şişkinlik, iştahta kontrolünde zorluk gibi bir çok şikayeti beraberinde getiriyor. Kişi özelinde değerlendirme yapılırsa çok kıymetli bilgiler elde edilip, çok yol kat ediliyor. Takiplerde de mikrobiyotanızda, bağırsak geçirgenliğinizde ve faydalı bateri kompozisyonunuzda ki artışı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ayrıca test sonuçlarına göre seçilen probiyotiklerle iştah kontrolünde, açlık kan şekeri düzeylerinde, HbA1c seviyelerinde ve kişinin moodunda olumlu değişiklikler gözlüyoruz.

Mikrobiyota sağlığınız için beslenmenizde mutlaka bulundurduğunuz hangi gıdalar var?

Benim ailemde de diyabetli yakınlarım var. Otuzdört  yıldır da sağ bacağımda  var olan lenfödemle mücadele ediyorum.  Bu nedenle uzun yıllardır yalnız bilimsel anlamda değil, bireysel olarak da mikrobiyota sağlığımla ilgilenmek ve beslenme biçimi değiştirmek zorunda kaldım. Yapılan tüm çalışmalar Akdeniz Tipi Beslenmenin mikrobiyota sağlığımız için en ideali olduğunu gösteriyor. Bende tabağımın dörtte üçünün renkli sebze ve meyvelerden, dörtte birinin ise proteinden oluşmasına dikkat ediyorum. Posalı gıdalar mikrobiyal çeşitliliği artırır. Mikroorganizmanlar sindirime dirençli karbonhidratlardan sağlığımız için çok önemli olan kısa zincirli yağ asitleri üretirler bu nedenle özellikle kurubaklagilleri karbonhidrat kaynağı olarak küçük porsiyonlarda tüketmeye özen gösteriyorum. Kara hindiba, muz, soğan, sarımsak, kırmızı pancar, pırasa, brokoli, enginar, turp gibi prebiyotik içeren gıdaları özellikle beslenmemde yer veriyorum çünkü prebiyotikler olmadan probiyotikler dahil faydalı bir çok mikroorganizma bağırsağımıza yerleşip çoğalamıyor. Fermente gıdalar probiyotik değildir çünkü içerdikleri bakteriler mide ve safra asitlerine dayanıksızdırlar ancak sağlık için sayısız yararları vardır. Vücuda dost bakterilerin ürettikleri pek çok faydalı molekülü içerirler.  Bunları evde kendim hazırlayıp tüketiyorum. Paketli gıdalardan, rafine şekerden, talandırıcılardan, unlu mamüllerden uzak durmaya çalışıyorum. Bunlar benim gündelik hayatımda yaptıklarımdan bazıları ancak beslenme aslında bireye özel bir tedavi biçimidir, kişiden kişiye tüketilmesi gereken ve yasaklı yiyecekler değişir. Çünkü hepimizin genetik mirası, atalarımızdan getirdiğimiz mikrobiyotamız parmak izimiz gibi birbirinden farklı.

Antidiyabetik ilaçlar ile mikrobiyotamızın etkileşimi nasıldır?

Toplumda klasik tıbbın bugüne kadar kullandığı ilaçların zararlı olduğu yönünde bir algı gelişmeye başladı maalesef. Bu doğru bir bakış açısı değil. Bilimsel çalışmalarda bunu destekliyor zaten.  Diyabette kullanılan ilaçların bazıları ile yapılan çalışmalar bu ilaçların Akkermansia muciniphila, Faecalibacterium praustnitzii gibi bağırsak mikrobiyotasında faydalı olan bakterileri artırdığı yönünde sonuçlar veriyor.  Üstelik bu bakterilerin probiyotik olarak üretilmiş bir formuda yok. Dışarıdan takviye edemezsiniz yani. Bu nedenle diyabet tedavisinde, medikal tedaviler, bağırsağın mikrobiyotasını sağlığına kavuşturacak olan beslenme stratejileri, probiyotikler ve diğer besin destekleri bir sinerji içinde konunun uzmanları tarafında birlikte yürütüldüğünde en güzel sonuçlar alındığı akıldan çıkarılmamalı.

Doç. Dr. Emel Uzunoğlu - Tıbbi Mikrobiyoloji Uzmanı

Giresun Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji A.D.

Doç. Dr. Emel Uzunoğlu Tıp Fakültesi’ni Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp fakültesinde, Tıbbi Mikrobiyoloji Uzmanlık Eğitimini Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tamamlamıştır. Hacettepe Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliğinde ve Amerika’da Stevens Institute of Technology’de maya mantarları ve bakterilerin oluşturduğu biyofilmi üzerine çalışmalar yapmıştır. Kıbrıs Doğu Akdeniz Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Stevens Institude of Technology’de Lisans ve Yüksek Lisans düzeyinde Tıbbi Mikrobiyoloji ve İmmünoloji dersleri vermiştir. Halen; Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nde Moleküler Tıp Doktora programına ve American Institude of Functional Medicine Fonksiyonel Tıp Enstitüsünde, Fonksiyonel Tıp Platformunda eğitimlerine devam etmekte ve mecburi hizmet için atandığı Giresun Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Öğretim Üyesi olarak çalışmaktadır. Nurigenomik, Mikrobiyota, Salgın analizleri, Nadir görülen mikroorganizmalar ve Antibiyotik Direnci araştırma konuları arasındadır. Bu konularda yaptığı yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış bilimsel makaleleri bulunmaktadır.

European Society of Clinical Microbiology and Infectious Disease, Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti, Klinik Mikrobiyoloji Uzmanlık Derneği, Türk Tıbbi Mikrobiyoloji Yeterlilik Kurulu, Ulusal Board Sınavı Komite Üyesidir.

 

 

 

 

Read more

Yenilikçi bir terapi yöntemi: KranyoSakral Terapi

Yenilikçi bir terapi yöntemi: KranyoSakral Terapi

Esin Yardım ile Kranyosakral Terapi’nin prensiplerini, felsefesini, uygulamalarını ve bedendeki kaynaklarını keşfedin.

Daha fazlasını oku
Neden Nefes?
Natalie Garih

Neden Nefes?

Büyüdükçe kendimizden, özümüzden uzaklaşabiliyoruz. Derine gidip gerçek özümüzle tanışmak ve kendimizi tekrardan hatırlamak gerekiyor. Özümüze dönmek ne demek diye sorarsak; kaçtığımız, “unuttuğum...

Daha fazlasını oku